30 Nis 2007

shane meadows

Biraz yavan geçtiğini söyleyebileceğim İstanbul Film Festivali'nin tamamen keşifsiz olduğunu iddia etmek, başlıkta adını görebileceğiniz yönetmenimizin İngiltere'de huzursuz olmasına neden olabilir. Yalan söyledim diye. Kendisinin festivalde gösterilen yeni filmi This is England, benim gözlemlediğim en punk kitleye, evet mohankları bayağıdır yolda görmemiştim, sahip olsa da, filmi huzur için izledik. Bu huzurun nedeni, sağduyulu bir yer göstericinin onları en arkaya dizmesiydi büyük ihtimalle. Neyse, film, 80'ler dönemi İngiliz müziğinden etkilense de, punklar da bu yüzden oradaydı sanırım, Tratcher politikalarına giydirmekten kaçınmıyor ve adındaki anlamla da, şimdinin politik durumunu anlatıyordu. Sonra bu filmin verdiği şevkle, kendimi Meadows tonton amcamınızın bir önceki filmine vurdum. Mevzu-bahis Dead Man's Shoes, sabit planları, sakin sakin akan hikayesi, intikam gibi olağan bir konuyu değişik işlemesi ile ne zamandır yaşamadığım bir kalp çarpıntısına neden oldu. Film bittikten sonra dönüp dönüp sahnelere bakmayalı çok uzun zaman önceydi. Bu arada, Moloko'nun Familiar Feeling klibindeki dansı ile unutamadığım Paddy Considine'ın, ne zamandır gördüğüm en müthiş aktör olduğunu eklemiyorum bile. Neyse, ekledim gitti.

27 Nis 2007

temel parçacıklar

Bu sabah zamanında büyük bir hevesle okuduğum muhteşem Temel Parçacıklar'ın katledilmesine şahit oldum, acım çok büyük. Her iki Alman filminin en az birinde karşımıza çıkan Moritz Bleubelüüü (böğürme sesi şeklinde okunmasında bir mahsur görmüyorum, Almanca bilenler kınasın isterlerse), yine acıklı bakışları, mimiğimi taştan çıkarırım tavrı ile karşımızda. Gerisini yazamayacağım. Anahtar kelimeler: dağınıklık, hissizlik, umutlanmış son, öleceğime şirin bir deli olarak yaşar giderim tavrı (spoilller, spoilllllleeer)...

kredi kartı ve gültepe teyzeleri

Son bir kaç ayını evkızı, şimdiki zamanını avea çocuğu olarak geçiren Sumru'nun gözlemine katılmamak imkansız. Gözleme geçmeden önce, biraz geri plan bilgisi şart. İşyeri, Metrocity'nin kendisini Gültepe'ye teslim ettiği, o Doğu-Batı Almanya sınırını aratmayan yerde olduğu için ev teyzelerinin davranışlarını yakından izleme imkanı buluyorum. O kadar yakından ki, eğer bir filmde bir ev teyzesini canlandıracak olsaydım, metod oyunculuğuna inandığımı iddia edebilirdim. Bu ev teyzeleri, öncelikle acımasızlıkları ve dayanıklılıkları ile tanınıyorlar. Tek bir kola için bile öne geçirme merhameti göstermemeleri bir yana üfleme, saniyede yüz kere göz devirme gibi bezdirme tekniklerine asla kanmıyorlar. Gözleme geçebiliriz: Kredi kartı. Azıcık bir alışveriş için bile herşey sonlandıktan sonra önce iki saat cüzdanlarından kart arayıp, sonra şifre girme gibi işlemleri de bir bu kadar zamanda gerçekleştirip, basit bir kola alma işleminin sonsuza uzamasına neden oluyorlar.

dönüş

Üniversitenin ilk yıllarımda bir bunalım günlüğü olarak kullandığım eski blog'umu artık bunları hatırlamak da, okumak da istemiyorum diyerek tek bir düğme ile -blogu sil- yok etmiş, bu işlemden sonra dönüp arkama bakmamıştım. Ama iş yerinde sinema yazısı yazmak istemediğim saatleri -hatta bazen tüm iş günlerini, evet bazen de tüm bir haftayı- last.fm'de saplantılı bir tavırla boş boş kim hangi şarkıyı dinlemiş diye geçirmekten sıkıldığım için tekrar blog camiasına dönmeye karar verdim.