2 Ara 2008

üç sıçrar çekirge

İlk kez Sartre'ın Duvar öyküsünde karşıma çıkmıştı bu mesele. Şimdi üç oldu, o yüzden bir sıçrar, iki sıçrar, üç sıçrar çekirge deyip yazacağım artık.
Evet, Duvar'da idama mahkum edilmiş bir tutuklu vardı. Sonra son dakikada asılmayacağını söylüyorlardı. O da, "artık ben kafamda kendimi buna hazırladıktan sonra zaten ölüyüm, assanız ne fark eder" tarzında bir konuşma yapıyordu. Bu öyküyü lisede okumuştum, sonra TÜYAP'ı gezerken biri anlatmıştı tekrar. O tekrarı, öykünün kendisinden daha iyi hatırlıyorum. (Nedir bu aktarılanını daha iyi hatırlama konusu bilmiyorum ama öyle olur nedense). Nitekim konusunu okudum şimdi wikipedia'dan, pek de böyle değilmiş. Ama blogun başlık bölümünde yazıyor zaten kendi hatırladıklarımdan hareketle yazdığım...
İkinci kez karşıma Egoyan'ın "The Sweet Hereafter" filminde çıktı. Bunu daha net hatırlıyorum zira defalarca izledim filmi. Bu konuda güvenilir bir kaynağım yani...
Şöyle bir şeydi, izleme deneyimiyle paralel anlatmayı deneyeyim. Okul çocuklarının telef olduğu bir kazayı araştırmaya gelen dedektifin kişiliği hakkında pek bir şey bilmiyorduk. Ama adamın kişisel bir travması olduğu açıktı (film kuralıdır zaten). Film de, ebeveynler ve çocukları hakkında olduğu için dedektifin arada arayan kızıyla ilgili bir meselesi olduğu başından beri hissediliyordu, filmin düğümünün bu olacağı açıktı. Filmin kalbi diyebileceğimiz bir sahnede, adam geçmişine dair bir anı anlatıyordu.
Kızının ciddi bir alerjisi var. Bir gün kız küçükken, 3 yaşında filan, huzurlu aile tablosunun ortasında bu alerji ortaya çıkıyor. Çocuk nefes alamıyor, komaya giriyor. Dedektif, doktoru arıyor. Doktor hastaneye yetiştirip yetiştiremeyeceklerinden emin olamıyor. Sakin olmalarını, gerildiklerini çocuğa belli etmemenin elzem olduğunu söylüyor. Çocuğun nefes borusunun tamamen tıkanması durumunda kalemle delmesi gerektiğini anlatıyor. Adam, ölme riski altındaki çocuğu, arabayla hastaneye gittikleri süre boyunca kucağında tutuyor. Evet, sonunda hastaneye yetişiyorlar ve herşey yoluna giriyor. Ama artık bunun bir önemi yok. Adamın kafasında çocuğun kaderi, onun ölümüne hazırlanması dolayısıyla olmuş bitmiş. Sonu pek de fark etmez. Aynı "Duvar" gibi.
Sonuncu kez, dün "Küçük Yazı Satıcısı" romanını bitirirken, yine beni buldu bu konu veya ben tüm kitapta bunu bulup çıkardım. Benim karaktere, Benjamin'e hastanede bir öykü aktarılıyor. İki kitaptır üstü kapalı bırakılan Kraliçe Zabo'yla alakalı bir öykü bu.
Zabo, küçükken Dostoyevski'den "Ecinniler"i okuyor ve ana karakteri Stavrogin'i anlayamadığını söylüyor. Bir gün Zabo, romanın sansürlenen son bölümünü okuyor, "Stavrogin'in İtirafları" bölümünü. Burada karakter gün ışığına çıkıyor ve Zabo onun pedofili olduğunu, bir kıza tecavüz ettiğini öğreniyor. Zabo, diyor ki, "kız ne yapmış biliyor musun?". Cevap şu: "Onu, parmağının ucuyla tehdit etmiş ve kendini asmış." Sonra Zabo, uzun uzun buna ağlıyor.
Hikayeyi aktaran ve Zabo'ya tutkuyla karışık bir bağlılık duyan karakter Benjamin'e şöyle diyor: "Kafasının içinde asılmış küçük bir kız bulunan bir kadına ateş edilemez."
Evet, bununla birlikte bayağıdır aklımda dönen bu iki öykü, üçüncüsüyle birlikte bir açıklık kazandı. Kafamızda öldürdüklerimiz (arkadaşlarımız, kızımız vs.) veya kafamızda öldürdüğümüz kendimiz, bizi ateş edilemez kılıyor, edilse ne olacak! Bu sanırım Batı yazınında masumiyetten deneyime düşüş dedikleri durumun parçalarından biri...
Kafanızda bir kez ölmek gerekiyor bence de (primal fear'lardan biri değil mi ölmek, baş etme yolları bulunacak elbette). Ama çevrenizde herkesi bu konuma sokmamak, "The Sweet Hereafter"ın dedektifinin yaptığı gibi yapmamak lazım sanırım. Bunu kendime bağlayan çok belirli bir an var aklımda ama yazı biraz iç sıkıcı olduğu için yazmak istemiyorum. Aslında iç sıkıcı bir şeyden bahsetmeye çalışmıyordum. Maalesef örnekler itibariyle ölüm, asılma, ateş vs. böyle bir hal aldı. Neyse dağınık kalsın, zira toparlayamayacağım. Aman herşey sonuca bağlanacak diye bir zorunluluk yok değil mi? Ayrıca bunu çözebilsem herhalde blog değil, daha iddialı bir şeyler yazardım. Veya yazıyla işim bile olmazdı. Yakında başlığı "manik veya depresif hezelyanlar" filan yapıp daha ferah hareket edeceğim.

Hiç yorum yok: